KıbrısManşetSağlık

Dizdarlı: Son depremlerden önce binanın risk taşıdığına dair rapor hazırlanmıştı

Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi eski Başhekimi Dr. Bülent Dizdarlı, hastane binasıyla ilgili dayanıklılık raporunun son depremlerden çok önce yapıldığını, Sağlık Bakanlığı’nın da bilgisinde olduğunu kaydetti. Dizdarlı ayrıca, vahşi kapitalist sistem içindeki ilaç krizinin de “parayı bastırınca” aşılabileceğini ve hükümetin “para yok” söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını belirtti. Dizdarlı, sağlık sisteminde kadro eksikliğinin çözülebilmesi için de formül ve öngörülerini paylaştı

Dizdarlı: 1973 yılında merkezi bir hastane için daha uygun bir yer yoktu

Dr. Bülent Dizdarlı, kendisiyle yaptığımız söyleşide; hastane binalarının depreme dayanıklılığından, yaşanan ilaç sıkıntısına, kadro yetersizliğinden sistemin nasıl işlediğine kadar birçok konuyu değerlendirdi.

Çok uzun yıllardır sağlık sisteminin içinde görev alan ve bu sistemin nasıl işlediğini en iyi bilenlerden olan Dr. Dizdarlı, hastanenin tarihçesinden başlıyor anlatmaya.

Dr. Bülent Dizdarlı

Hastane inşaatına 1973 yılında başlandığını ve aslında başlanırken merkeze uzaklığı, yeri ve büyüklüğü hakkında da çok tartışmalar yapıldığını söyleyen Dr. Dizdarlı ancak Dr. Burhan Nalbantoğlu’nun inadı ve vizyonu sayesinde yapımına başlandığını anlattı.

Dizdarlı, hastanenin dere kenarında olması sebebiyle yapılan eleştiriler için de şunları söyledi; “Her olayı yaşandığı zamanın gerçekleri dahilinde düşünmek gerekir. 1973 yılından bahsediyoruz. Kıbrıs Türk Yönetimi altındaki Lefkoşa kantonunu anımsayanlar bilecektir; Türk yönetiminin elinde tuttuğu topraklar içinde Lefkoşa’ya merkezi bir hastane kazandırmak adına daha uygun bir yer olduğunu sanmıyorum”

“Tüm tadilat ve ek binalara rağmen ihtiyacı karşılayan durumda değil”

İnşaatın bitişi ve açılışının 1978 yılını bulduğunu, önceleri “Bu kadar büyük hastaneyi ne yapacağız?” diye şikâyet edenlerin dahi sonraki yıllarda nüfusun hızla artmasıyla yeni ek binalar ve tadilatlar yaptırmak zorunda kaldığını söyleyen Dr. Dizdarlı, son olarak da Acil Durum Hastanesi binasının mevcut kampüse eklendiğini kaydetti.

Dr. Dizdarlı, “Bina içinde de birçok tadilat yapıldı. Özellikle gelişen teknolojiyle ortaya çıkan tomografi, MR, Nükleer Tıp, Radyasyon Onkolojisi, Yoğun Bakım ihtiyaçları nedeniyle bina içinde zamanla çok sayıda tadilat yapıldı” dedi.

Tüm bunlara rağmen bugün için ihtiyacı karşılayan bir yapı kurulamadığından dem vuran Dr. Dizdarlı çünkü hastanenin o zamanki anlayışla koğuş sistemine göre inşa edildiğini hatırlattı.

Dizdarlı, “Oysa vatandaşlar özel odayı tercih etmektedirler. Mevcut yapı; otelcilik hizmetlerinin gelişmesine engeldir. Klimatizasyon sistemi de çok eskimiştir. Devamlı tamir edilmesine karşın sorun çıkarmaktadır” bilgisini verdi.

“Bina dört kez su baskını, 6-7 deprem ve bir yangın atlattı. Son depremlerden önce de binanın genel anlamda risk taşıdığına dair rapor hazırlanmıştı”

Dr. Dizdarlı teknik olarak konunun uzmanı değil ancak bir dönem yönetiminde de bulunduğu hastanenin, son zamanlarda en çok konuştuğumuz konu haline gelen “depreme dayanıklılık” noktasındaki durumu hakkında da edindiği bilgileri şöyle veriyor;

“Bina ikisi çok ağır dört kez su baskınına uğramıştır. Kırk beş yıl içinde de şiddeti değişik boyutlarda 6-7 deprem yaşamıştır. Biliyorsunuz son bir de yangın yaşandı. Bütün bunlara karşın; benim Başhekim olduğum dönemde bir üniversitemizin yaptığı inceleme raporunda ‘binanın genel anlamda risk taşıdığı’ konuşulmaya başlanmıştı.

Bu raporu Sağlık Bakanlığı’na sorduğumda, bana böyle bir raporun gerçekten var olduğunu söylemişlerdi. Ama raporu görmek istememe karşın nedendir bilmem bir türlü sonuç vermemişti ve bir süre sonra gündemin akışında bu konu unutuldu”

“O rapor unutulup gitti, son depremlerden sonra yeniden gündeme geldi”

Dizdarlı’nın söylediği bu nokta oldukça önemli. Çünkü henüz Türkiye‘deki Kahramanmaraş merkezli depremler yaşanmadan hazırlanan bir rapordan ve sonra da unutulup gitmesinden bahsediyor.

Dizdarlı da son yaşanan depremler ve başta “Melekler Takımı” olmak üzere 49 Kıbrıslıtürk yurttaşın hayatını kaybetmesi sonrası, hastane binasının depreme dayanıklılığının yeniden gündeme geldiğini kaydediyor.

Dr. Dizdarlı, “Son deprem olayıyla hastanemizin sağlamlığı tekrar gündeme geldi. Özellikle az önce bahsettiğim konu tekrar canlandı. Kıbrıs Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği’nin Sağlık Bakanlığı’yla birlikte bir inceleme yaptırdığı ve raporun da hazırlandığı bilgime geldi.

Buna göre; hastanenin en riskli bölümü Talasamia ve Kan Bankası’nın bulunduğu yerler. Sanırım bu kısımların hızla boşaltılması da gerekiyor. Nükleer Tıp ve Hemodiyalizin olduğu bölümle birlikte ana bina ve acil servisin de durumları oldukça kötü ve söz konusu raporda vakit geçirilmeden acil önleme tabi tutulması gerektiği belirtilmiş.

Poliklinik, Barış Ruh Hastanesi ve Bilgi İşlem binalarının orta derecede, Ayaktan Tanı, Endokrin ve Diyabet Merkezi, Adli Tıp, Tıbbi Atık binalarının da daha hafif derecede hasar görebileceği ve desteklenmesi gerektiğini belirtildi”

“600 yataklı hastane ihtiyacı karşılamazken, 500 yataklı hastane nasıl karşılayacak?”

Dr. Dizdarlı’nın anlattıkları; yıllardır konuşulan ancak bir türlü hayata geçirilemeyen “yeni hastane” ihtiyacını da doğrular cinsten. Dr. Dizdarlı da bu tespitin yıllar önce zaten yapıldığına dikkat çekiyor.

Dr. Dizdarlı, “Yeni bir hastane lazım, lazım da eskisi gibi kullanılacaksa kısa zamanda eskiye benzer. Bir kere 600 küsur yataklı Nalbantoğlu Hastanesi ihtiyacı karşılamazken, 500 yataklı bir hastane nasıl karşılayacak? Matematiğe ters” diyor.

Tam bu noktada kendi kanaati ve öngörülerini de şöyle sıralıyor Dr. Dizdarlı,

“Benim kanaatimce Nalbantoğlu Hastanesi’nin kurtarılabilecek bölümleri kurtarılarak, ikinci basamak hastanesi olarak kullanılmalı. Yeni hastanenin de üçüncü basamak sevk hastanesi olarak kullanılması sağlık sistemimize katkı koyacaktır”

“Kadro yetersizliği ‘iş garantisiyle’ çözülebilir”

Yıllardır konuşulan, hem sağlık çalışanlarının hem hastaların hem de örgütlü sendikaların isyan ettiği bir diğer konu olan “kadro yetersizliğini” de soruyorum Dr. Dizdarlı’ya.

“Önce organize olup yasal düzenlemeleri yapmak gerek” diyen Dr. Dizdarlı, bunun da Kadrolar Teşkilat Yasası’nın yenilemesiyle birlikte yapılması gerektiğini, böylece beş yıllık bir planlamayla tüm ihtiyacın karşılanır duruma geleceğini belirtiyor.

Dr. Dizdarlı, “Özellikle şu anda tıp fakültelerinde okuyan öğrenciler; ihtiyaç duyulan alanlarda uzmanlaşmaya teşvik edilmelidir. Tabi bu yapılırken mutlaka iş garantisi verilmelidir” ifadelerini kullanıyor.

“İş garantisi” dikkat çekici bir terim. Bunu da şöyle açıklıyor Dr. Dizdarlı;

“Yöntem basit; Bakanlık kendi personelini bilir, hangi dallarda zafiyet olduğunu ya da ileriki hangi zamanda hangi dalda hangi dallarda ki uzmanlıklarda eksilme olacağını bilir. Daha doğrusu; affedersiniz ama bilmeli.

Bu tespitleri yaptıktan sonra Türkiye Sağlık Bakanlığı’ndan kontenjanlar talep etmeli. Bu kontenjanları dolduran hekimlere burs bağlanmalı ve buna karşılık ihtisas sonrası ülkeye dönüp en az 15 yıl kamu hizmetinde çalışma koşulu istenmelidir. Benim kişisel düşüncem budur. Yoksa oturmakla, sadece bugüne yönelik önlemlerle uğraşarak yol almak mümkün değildir”

“Pandemi sonrası bile bütçeden sağlığa ayrılan pay yine hayal kırıklığı yarattı”

Peki Dr. Dizdarlı yaşandığımız Covid-19 pandemisi sonrasını nasıl değerlendiriyor?

“Pandeminin ağır seyrettiği dönemlerde, hep ‘artık yeni bir dünya düzeni kuruluyor, dünya ülkeleri yanında bizler de toplum sağlığına önem verir gerekli yatırımları yaparız! diyorduk. Ne var ki; pandeminin daha bitmeyip de hafiflediği sıralarda dahi beklenenin tersi gerçekleşti.

Dünya indinde kapitalizm iyice vahşileşti. Pandemi döneminde yaşanan ekonomik kayıpları çok gaddarca giderme telaşı başladı. Sağlık yatırımları yine ötelendi. Ülkemizde de genel bütçeden ayrılan pay yine hayal kırıklığı yarattı”

“Vahşi kapitalizm ortamında ilaç eksikliği ‘parayı bastırınca’ aşılır. Kimse bana ‘para yok’ demesin”

Dr. Dizdarlı’ya son olarak “ilaç krizini” soruyorum. Malum son dönemde en çok konuştuğumuz bir diğer sorun da bu. Eczanelerde ilaç eksikliği yaşanıyor, en basit ilaç bile devlet hastanelerinde bulunamıyor, kronik hastalar ilaçlarına ulaşamayıp hayati tehlikeler yaşıyor.

Dr. Dizdarlı ilaçta bir global krizin yaşandığını doğruluyor. “Gerek hammadde tedarik zincirinde gerekse üretimde ciddi bir dar boğaz var” diyor ve ekliyor;

“Ancak her şeye rağmen ulaşılmaz değildir. Özellikle kanser hastalarının ilaçlarını almaması kabul edilir gibi değildir. Bu ülkede ilaç isteyen kaç kanser hastası vardır ki? 2 bin mi 3 bin mi? Ne yapıp etmeli; bu ilaçlar temin edilmelidir. Edilemez mi? Paradan haber ver, o zaman edilir.

Az önce bahsettiğimiz kapitalizmin vahşetine ayak uydurup parayı bastırdın mı ilacı da bulursun. Kimse de bana ‘para yok’ demesin. O kadar saçma sapan şeylere para bulunurken bu mazeret kabul edilir değildir”

Röportaj: Pınar Barut











Başa dön tuşu