InstagramKıbrısManşetYaşam

36 yaşında genç bir kadın… 18 yıldır süren bir şiddet sarmalı…

Ev İçi Şiddet Yasası’nın Meclis raflarında bekletildiği Kıbrıs’ın kuzeyinde 36 yaşında genç bir kadın… 18 yıldır süren bir şiddet sarmalı… Olayın üstünü kapatmak isteyen siyasiler… Duyarsız polisler, işletilmeyen yasalar, riske atılan kadın ve çocuklar ve ölüm korkusuyla yaşanmaya çalışılan bir hayat…

Pınar Taş’ın hikayesi, ülkede yaşanan şiddetin boyutu karşısında dehşete düşürüyor…

Kıbrıs’ın kuzeyinde, sadece seçim dönemleri akla gelen Karpaz bölgesinde, fiziksel, psikolojik, ekonomik ve duygusal olarak her türlüsünü yaşadığı bitmek bilmeyen bir şiddet sarmalı içinde tam 18 yıldır susmuş Pınar Taş.

Sesini duyurmak istediğinde ise her seferinde o eril zihniyetin, polisinden siyasi partisine, ailesinden akrabasına, kadınından erkeğine kadar her yeri esir aldığını görmüş, cesareti kırılmış, kaçtığı o karanlığa geri dönmek zorunda kalmış.

“Artık konuşmaya karar verdim, susunca da olmadı, ne olursa olsun” diyerek, yaşadıklarını ve hala kurtulamadığı şiddeti anlatmak, farkındalık yaratmak, işlemeyen sistemi, kadını ve çocuğu korumayan bu düzeni, ellerinden kayıp giden hayatının 18 yılının sorumlularını göz önüne sermek istediğini söyleyen Pınar Taş’ın hikayesini duyanlar, ülkede yaşanan şiddetin boyutu karşısında dehşete düşüyor…

“İlk dayağımı ilk gece canım yandı diye yedim…”

Konservatuvar mezunu bir öğretmen annenin kızı olan Pınar, henüz 18 yaşındayken kendisiyle evlenmek isteyen 25 yaşındaki E.S ile “aile ve akrabalarının kararıyla” evlenip, kocasının memleketine yani Kıbrıs’a gelmiş.

Karpaz bölgesinde kayınvalidesiyle birlikte yaşadığı eve yerleşen genç kadın ilk dayağını da evliliğinin ilk gecesinde yemiş;

Annem de okumuş ve milletvekili seçilerek siyaset yapmış bir kadın olarak ilkokul mezunu babamla evlendiğinde, evliliğinin ilk yıllarında şiddet görmüş. 18 yaş da evlilik için uygun bir yaş değil aslında ancak aile ve akraba baskısı annemin de benim evliliğime onay vermesine neden olmuştu.

Karpaz’a geldiğimde yıl 2005’di ve sanki unutulmuş bir yer gibiydi burası. Evliliğimin ilk gecesi çok korkmuştum, canım yanmıştı. İlk tokadımı canım acıdığı için çığlık attığımdan dolayı yedim. İlk çocuğum da evliliğimden bir sene sonra dünyaya geldi

“Tedavi olmak istemiyorum, hastaneden gönüllü çıkıyorum diye imza atmak zorunda kaldım…”

İşte o ilk geceden sonra Pınar başına gelecekleri az çok tahmin edebilmiş ancak her yere uzak, her şeyden mahrum bilmediği bir coğrafyada, çocuk sayılacak yaşta yapabilecek pek bir şeyi olmadığını da fark etmiş;

Doğuştan kalbimde bir delik var ve doğum kontrol hapı kullanmam yasak. Kullanabileceğim tek doğum kontrol yöntemi spiral taktırmak. Ancak bölgede hastane yok, Mağusa’ya gitmem gerekiyor ama araç yok. Zaten yalnız dışarı çıkmam da yasak. Yanımda aileden biri olması şartı var. Bunlar olsa bile param ve ekonomik özgürlüğüm yok.

Böyle bir ortamda kısa sürede hamile kaldım. İlk çocuğumu dünyaya getirdikten kısa süre sonra da yeniden hamile kaldım. 6 aylık gebeyken ciddi sancılarımın tuttuğu bir gece eşimden beni doktora götürmesini istedim, götürmedi. O akşam rastgele evimize gelen eşimin amcası beni o halde görünce eşime kızdı ve apar topar doktora götürüldüm.

Erenköy Sağlık Ocağı’nda ‘Riskli hamilelik, biz müdahale edemeyiz’ dediler. Sonra beni Tıp Merkezi’ne götürdüler, oradaki doktor da yatış verince eşim “Param yok” dedi ve bana zorla tedavi olmak istemediğime ve gönüllü olarak oradan ayrılmak istediğime dair kâğıt imzalattı. Doktor, hastaneye gidene kadar anneyi ya da bebeği kaybedebiliriz deyince ve polis çağırmaktan söz edilince eşim mecbur kaldı, hastaneye yattım ve tedavimi alabildim

“Hamileyken saçımdan sürüklendim, dövüldüm”

Pınar Taş’ın sadece buraya kadar anlattıkları bile korkunç şiddetin boyutunun anlaşılmasına yeterken, devamında yaşananlar ise durumun yıldan yıla daha da vahim bir hal aldığını gözler önüne seriyor;

Şiddet hep devam etti. Hamileyken saçımdan sürüklendim, dövüldüm. Kaynanamın da çocuklarımın da mahallelinin de gözü önünde defalarca dayak yediğim oldu. Hatta kızım bir kavgada araya girdi, yumruk yedi.

Oğlum ‘baba yapma’ dediğinde onu da dövüyordu. Başkasına bile kızsa eve gelip sinirini benden çıkarırdı.

Bunlar olurken bir yandan da hasta kayınvalideme bakıyorum. Çünkü gelin olarak onlara göre bu benim görevimdi. Bu yüzden beraber yaşıyorduk.

Eşimin bir marketi vardı köyde. 7 yıl onunla birlikte çalıştım. Bunun dışında evliliğim boyunca hiçbir zaman ekonomik özgürlüğüm olmadı. Karpaz çok farklı bir yerdi…

“Bulmaca çözdüğüm için de dövüldüm, tabağındaki yemek bitince de…”

Genç kadın, aile ve komşular tarafından duyulan her dayak ve şiddet olayında bir de bunu hak etmediğini anlatmak zorunda hissettiğini söylüyor. Yani yediği dayağın geçerli bir sebebi olmadığına etraftakileri inandırmaya çalışıyor. Yani dayak normal ama hak edip etmediği konusu önemli;

Mutfaktaki yağdanlığı yıkayıp tezgâhın üzerine koymuştum. Eşim mutfağa geldi, cam yağdanlığa çarptı, yağdanlık yere düşüp kırıldı. ‘Bunu buraya neden koydun’ diyerek dövmüştü beni bir kere.

Bir kere de bulmaca çözdüğüm için dayak yedim. O hepsini bilemiyor ve dolduramıyormuş, ben ondan daha fazla şey biliyormuşum.

Bir keresinde de tabağındaki yemeği bitirdiği halde doymadığını anlamadığım, kendi tabağıma yemek koyduğum ve sonra anlayıp ona kendi tabağımı uzattığım için dayak yedim. Açken hep daha sinirli olurdu, masaya oturduğumuzda her zaman önce onun tabağına yemek koyardık…

“Kanser hastası annemi görmeye gidemiyordum”

Karpaz’daki aile eşrafının tüm bu şiddet olaylarında sadece “uyarı” yaptığını, “yapma oğlum ayıptır” diyerek birkaç nasihat cümlesi kurup gittiğini anlatıyor Pınar Taş ve çareyi bir kez de Muş’ta olan kendi ailesinde aradığını söylüyor;

Ailemi aradım, dönmek istedim ama çocukları bırak ve gel dediler. Yani aslında gelme dediler. Hangi anne çocuklarından vazgeçer ki?

Annem 2017’de öldü, kanser hastasıydı ve onu görmeye bile gidemiyordum. Eşim izin vermiyordu. Ölümüne çok yakın bir zamanda gidebildim ve annem ölmeden iki gün önce hiçbir şey yapamadığı için benden özür diledi.

Onun yaşadığı çevreyi ve baskıları düşündükçe, uzun zamandır suçladığım annemi de affettim kendi içimde…

Babası annesinden bir sene önce ölmüş Pınar’ın. Şimdilerde Amerika’da yaşayan bir ablası ve bir abisi olsa da kendi ailesinden de hep “Çocukların var, nasıl bakacaksın” nasihatlerinden daha fazlası da görmemiş aslında…

“Kitap okumama da kızıyordu…”

Pınar her gün yediği dayaklar, işittiği hakaretlerle geçen yılların içinde, çocuklarından ayrılmamak için ve ekonomik bağımsızlığının da olmaması nedeniyle kendine nefes alabileceği alanlar yaratmak istemiş.

Köye her hafta gelen bir kitapçıya siparişler vermeye ve boş zamanlarını kitap okuyarak, kendini geliştirerek, aslında içten içe de yasal haklarını, bu durumdan nasıl çıkacağını kitaplar aracılığıyla öğrenmeye çalışarak geçirmiş;

Kitapçı her hafta geliyordu. Yeni kitaplarım geldikçe mutlu oluyordum. Yeni siparişler vermiştim. Ama o hafta kitapçı gelmedi. Sonra bir sonraki hafta da gelmedi. Bir gün kitapçıyı yolda gördüm, neden bana kitaplarımı getirmediğini sordum. Meğer eşim kitapçıyı tehdit etmiş, ‘bir daha bizim eve kitap getirmeyeceksin’ demiş. Artık kitaplara da ulaşamıyordum…

“Nasihat verip gittiler…

Eşi E.S’nin CTP Karpaz Ocak Örgütü üyesi olduğunu, market dışında tüm vaktini de burada geçirdiğini söyleyen Pınar Taş, yine dayak yediği bir akşam eşinin yeğeni olan dönemin CTP’li Belediye Başkanı Suphi Coşkun’u aramış, yardım istemiş;

Suphi Coşkun eşimin yeğeni. Zaten belediye başkanı olduktan sonra 2016 yılında eşimi belediyede işe almıştı. Dayak yediğim bir gün onun kız kardeşini aradım. Coşkun’un yaşadığım yerin mülki amiri olduğunu öğrenmiştim, en yetkili oydu. Kız kardeşine abisine haber vermesini istedim. Eve geldiler, eşime kızdılar, nasihat verip gittiler…

Evden ilk kaçış: “Parti içindeki yükselişimi engellemeye çalışıyorsun” dedi yine dövdü

Bulunduğu bölgenin mülki amiri pozisyonunda olan kişiden de istediği desteği göremediğini anlatan Pınar Taş, dayakla, hakaretle ve şiddetin her türlüsüne maruz kalarak geçirdiği 14 yılın ardından ilk resmi şikayetini 8 Mayıs 2019 tarihinde yapabildiğini söylüyor. Bu sırada iki kız çocuk daha dünyaya getiriyor Pınar;

O gece abimi görüntülü aramak istiyordum ama evde internet yoktu. Yakındaki komşuma gitmek istedim. Eşime bir kahve içmek için gitmek istediğimi söyledim, izin vermedi. Israr edince boğazımı sıktı ve beni dövdü. Polise şikâyet edeceğimi söyleyince de parti içindeki yükselişini engellemekle suçladı beni.

O gün tüm cesaretimi toplayıp, daha önce bölgeye gelip Özgür Kadın Akademisi’ni kuran ve bu nedenle tanıştığım Faika Deniz Paşa’yı aradım. Durumumu anlatıp haklarımı sordum, çocuklarımın velayetini nasıl alabileceğimi araştırdım.

Faika beni Avukat Sevilay Yıldırımer Candanal’a yönlendirdi. Durumu öğrenince hazırlık için benden süre istediler. Bu sırada Lefkoşa Türk Belediyesi Kadın Sığınma Evi sorumlularıyla irtibata geçtiler, her şeyi ayarladılar ve beni almaya geleceklerini söylediler.

O gün çocuklarımın kıyafetlerini ve eşyalarını bir çöp torbasına doldurdum ve atılacak bir çöp izlenimi vermek için kapıya koydum. O gün de dayak yemiştim. Dayak yediğim günlerde bana bir süre daha iyi davranırdı.

Çocukları da alıp komşuma kahve içmeye gitmek istediğimi söyleyince izin verdi. Çocukları aldım, kapıdan da çöp poşetini alarak evden biraz uzaklaştım ve beni bekleyen araca bindim…

“4 çocuğumla kadın sığınma evine yerleştim…”

Pınar’ın ilk cesaretli kararı ve kaçış hikayesi böyle gerçekleşmiş. Ancak kaçtığı yere geri geleceğini bilmeden çıktığı bu yolculuk istediği gibi sonuçlanamamış;

Lefkoşa’ya geldiğimizde önce devlet hastanesine giderek darp raporu aldık, oradan da karakola gidip Kadına Şiddet biriminde şikayetçi oldum.

Sonrasında da 4 çocuğumla birlikte LTB Kadın Sığınma Evi’ne yerleştim. Ömür Yılmaz’la burada tanıştım ve o günden sonra ona hep ‘hızır’ diye seslendim. O kadar yardımcı olmuştu ki…

LTB Başkanı Mehmet Harmancı’nın arandığını duydum. Beni burada barındırmaması, bu duyulursa siyasi açıdan aile için kriz çıkacağını falan söylemiş birileri. Kimler aradı bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum. Hatta bazı kadın gazetecilerin bile aracı olduğunu duyduğumda inanamamıştım…”

“CTP Genel Merkez’de Suphi Coşkun’la görüştüm, Sıla Usar İncirli de yanımızdaydı…”

Eşi E.S ve yeğenleri Suphi Coşkun’un ve hatta kendisinin de CTP üyesi olması nedeniyle partinin kadın örgütünün kendisinin durumundan haberdar olduğunu söyleyen Pınar, bu süreçte kendisini ziyaret edenleri de anlatıyor;

Partiden beni tanıyorlardı, ben de üye olmuştum. Önce Doğuş Derya geldi yanıma. Bana çok destek oldu ve asla yalnız bırakmayacağını söyledi.

O dönemin Kadın Örgütü Başkanı Sıla Usar İncirli’ydi. Oda benimle görüştü, destek belirtti. Sonra partiden arandım, Suphi Coşkun Genel Merkez’de benimle görüşmek istemişti. Gittim.

Sıla Usar İncirli, ben ve Suphi Coşkun bir odadaydık. Suphi Coşkun bana geri dönmemi, eşimle konuştuğunu ve bir daha yapmayacağını söyledi. Kabul etmedim. Sinirlendi.

Suphi Coşkun bana eşimin çok borçları olduğunu, bundan dolayı bunalıma girdiğini, eşimi belediyede işe olarak bize iyilik yaptığını söyledi.

Ben sadece çocuklarımla Türkiye’ye gitmek için eşimin vekalet vermesini istiyordum, bunu yineledim.

Suphi Coşkun sinirlendi ve ‘O zaman ben şimdi senin kocanı işten atayım, borçlarını ödeyemesin, daha da bunalıma girsin, gelsin seni öldürsün’ dedi. Sıla Usar İncirli bu sözlere tepki gösterdi.

Suphi Coşkun da bir şans daha vermemi, yine döverse bu sefer yardımcı olacağını söyledi…

“Eşim hiç tutuklanmadı…”

Pınar’ın anlattıkları siyasi arenada söylenenler ile kapalı kapılar ardında yaşananların ne kadar farklı olabileceğini de ortaya koyarken, diğer yandan da bir kadının şiddetten kurtulmak için çaldığı her kapının nasıl yüzüne kapandığını göstermesi açısından da çok önemli;

Eşim bu süreçte hiç tutuklanmadı. Saklanıyormuş. Polis bulamadığını söyledi. Ben bir ay kadar sığınma evinde kaldım. Bu sırada Mehmet Harmancı ziyaretime geldi. Beni gördüğünde ‘Demek meşhur Pınar sensin’ demesi, aslında kimlerin onu ne kadar çok aradığını da anlamamı sağladı.

Harmancı bana istediğim kadar burada kalabileceğim, geri dönmek zorunda olmadığımı, kendisinin ve belediyenin de sonuna kadar arkamda olacağını söyledi

“Siyasi açıdan korkuyorlardı, vekaletler o gecenin sabahı geldi…”

Pınar bir umut Türkiye’ye ablasının yanına gitmek ve çocuklarını da götürebilmek için eşinden istediği vekalet nedeniyle polise gitmeyi, basına konuşmayı da bir tehdit unsuru olarak kullanmak zorunda kaldığını anlattı;

Suphi Coşkun’u aradım, eğer vekaletler gelmezse tekrar polise gideceğimi, basına vereceğimi söyledim. Siyasi açıdan çok korkuyorlardı, olayın duyulmaması için her şeyi yapacaklardı ve o gecenin sabahı vekaletler bana geldi.

Yeni bir hayat kurmak umuduyla çocuklarımla Türkiye’ye gittim, ablamın yanına sığındım. Ama orada da bir ay kalabildim. Oradaki ailem de geri dönmem için baskı yapmaya başladı, ‘Çocuklar küçük tek başına bakamazsın’ dediler. Geri dönmek zorunda kaldım…

“Kur’an getirdiler, eşime bir daha beni dövmeyeceğine yemin ettirerek el bastırdılar, tekrar sığınma evine kaçtım”

Pınar’ın yüzüne bir kapı daha kapanmıştı. İşi yoktu, 4 çocuk da küçüktü. Yeni bir hayat kurması güçtü. İstese tek başına belki kaçıp giderdi ama çocuklarından ayrılamazdı. Geri döndü ve tam bir ay hiç dayak yemedi;

Ama şiddet yeniden başladı. Yüzüm gözüm heo mor geziyordum. Dayak yediğim bir gece bu kez direkt Suphi Coşkun’un evine gittim. Ona bana verdiği yardım sözünü hatırlattım. İki gün orada kaldım.

Suphi Coşkun üçüncü gün eşimle geldi, ortaya bir Kur’an getirdi, eşime bir daha beni dövmeyeceğine dair el bastırıp yemin ettirdikten sonra beni yine o eve gönderdiler.

Tekrar Ömür Yılmaz’ı aradım, bir kez daha sığınma evine sığındım. Sonra başka bir arkadaşımın evinde 15 gün kaldım ve bu kez de çocuklarımı alıp Türkiye’ye bu kez abimin yanına gittim. Bu kez bir yıl kaldım.

Ama eşim oraya da geldi, orada da beni taciz etti. Boşanma davası açmak istedim, ‘çekişmeli olacak, bekle ikna edelim’ dediler. Bekledim. Olmadı. Sülale baskısı da artarak devam etti. Çocuklarım bu süre boyunca sürekli okul değiştirdi. Eğitimleri aksadı. 2021 Temmuz ayında bir kez daha o eve geri dönmek zorunda kaldım…

“Çocuklara, ‘Anneniz or*spu olmasın diye onu boşamıyorum, yoksa boşardım’ dedi…”

Ne polisten ne aile büyüklerinden ne de bağlı oldukları siyasi partinin organlarından duruma çözüm bulamayan Pınar, kaderine boyun eğmek de istememiş. Her geri dönüşünde o şiddet sarmalından kurtulabileceği günün hayaliyle yaşamış;

Artık çocukları daha çok dövmeye başladı. Bir gece oğlumu dövdü ve evden attı. Gelmeyeceksin dedi. Ben kızlarımla kendimi odaya kilitlerken oğlum kapıda ağlıyordu, ‘Lütfen izin ver içeri gireyim’ diye yalvarıyordu.

Oğlum polis çağırdı. Bunu duyan aile büyükleri ‘çok ayıp’ diyordu. Yani onun bizi dövmesi ayıp değildi ama bizim canımızı kurtarmak için polisi aramamız ayıptı.

Polise şikayetçiyiz deyince, ‘oğlunuz adına şikayetçi olamazsınız’ dedi. Oğlum 18 yaşından küçüktü, şikayetçi olabileceğimi söyledim, en azından tutanak tutun dedim ve zorla tutanak tutturdum.

Can güvenliğimizin olmadığını, bizi buradan götürmeleri gerektiğini söyleyince de ‘bizim yapabileceğimiz bir şey yok, 183’ü arayın’ dediler. Eşim yine tutuklanmadı. Karakola bile götürülmedi. Bütün gece çocuklara, ‘Anneniz or*spu olmasın diye onu boşamıyorum, yoksa boşardım’ gibi cümleler kurdu…

“Lefke’de ev tuttum, beni burada da buldu”

Pınar tüm yaşadıklarına rağmen bu girdaptan çıkmanın yolları aramış. CTP’nin kurultayı olduğu bir gün, aile üyelerinin hiçbirinin köyde olmaması fırsatını değerlendirmiş ve yine Ömür Yılmaz’dan yardım ve araç isteyerek bir kez daha çocuklarını alarak oradan kaçmış;

Herkes CTP kurultayındaydı. Ailenin erkekleri yoktu, beni gören kadınlar da bu kez hiçbir tepki vermedi, engellemedi. Gönderilen araca bindim, bir kez daha sığınma evine gittim.

Sosyal hizmetlerden gelen görevli, ekonomik olarak daha iyi olacağı için küçük bir yere yerleşmemi önerdi. Çocukları burada bırakıp Lefke’ye gittim. Oradaki bir arkadaşım aracılığıyla bir ev buldum.

Türkiye ve Hollanda’da da yaşayan arkadaşlarım benim için bir yardım havuzu kurdular ve benimle dayanışma göstermek için o havuza para gönderip bana bu süreçte sponsor oldular.

O parayla Lefke’de bir ev tuttum, çocuklarımla oraya yerleştim. Evin ihtiyaçları için yaptığım listeyi sığınma evi sorumlusu Sibel Demirpençe’ye verdim. Sonra Doğuş Derya beni aradı, liseyi Sibel’den alıp kadın örgütü olarak kendileri yerine getirmek istedi.

Evin ihtiyaçları alındı ve Doğuş bana maddi olarak da çok yardımcı oldu. Çocuklarımı burada okula yazdırdım. Artık yeni bir hayat başlıyor derken eşim beni burada da buldu, takip etmeye başladı, hatta Lefke’de ev tuttu. Belediye çalışanıydı ancak Lefke’de yaşıyordu, işe gitmiyordu…

“Beni partiye şikâyet etmişti, ‘Kadın örgütü benim yuvamı yıktı’ deyip duruyordu”

Yıllarca tüm polis şikayetlerine rağmen tutuklanmayan, partisinden yaptırım görmeyen, ihraç edilmeyen, gitmediği belediyeden maaş almaya devam eden erkek birey, ne yaparsa yapsın cezalandırılmayacağının bilinciyle, Pınar’a şiddet uygulamaya burada da devam etmiş;

Ekim 2022 tarihinde boşanma davası açılmıştı ancak tebliğ memurunun bile telefonlarını engellediği için bir türlü tebliğ yapılamıyordu. Ancak 2023 Şubat’a tebliğ yapılabildi ve ben 2023 Mayıs ayında boşandım.

CTP Lefke Kadın Örgütü’nde görev almıştım bu sırada ve örgütten arkadaşlar da bana bu süreçte yardımcı oldular. Bundan dolayı eşim beni parti yetkililerine şikâyet etti, ‘Kadın örgütü benim yuvamı yıktı’ deyip duruyordu.

Bu sırada 7 bin TL civarı bir sosyal yardım maaşı almaya başladım. Eski eşim bu kez de çocuklara yakın olmak istediği için daha yakın bir yere taşınmam konusunda baskı yaptı. Çocuklarım için kabul ettim, İskele’ye şu an oturduğum eve taşındım. İşte son şiddet olayını da geçtiğimiz cumartesi günü burada yaşadım…”

“Polis bana ‘serbest bırakmamız için aramaya başladılar’ dedi. Ertesi gün de Mahkemeye çıkarılmadı, amir öyle uygun görmüş…”

Boşanmak, ayrı bir hayat kurmak, yeni bir eve yerleşmek de şiddetten kurtulması için yeterli olmamıştı. Önceleri “koca şiddeti” adıyla yaşanan şiddet şimdi de “eski eş” şiddetine dönmüştü;

Çocukları bırakmaya gelmişti. Ben de yakın bir kız arkadaşımla evi yerleştirmekle uğraşıyordum. Kapı çaldı, açtığımda kızımı gördüm sonra eski eşim içeri girmek istedi. Bir kargaşa başladı, hakaret ve küfürler ederek boğazımı sıktı. Beni öldüreceğine, kazığa dikeceğini, İskele meydanına atacağını söyledi.

Çocuklarım ağlayıp bağırmaya başladı, her şeye bir kez daha şahit olmuşlardı. Polisi aradım. Gelen polis ‘çok abartılacak bir şey yok’ deyince ‘öldürülmem mi gerekiyor?’ diye sordum.

Eşim ilk kez o gün yani geçen hafta sonu tutuklandı. Polis bana tutuklu kalacağını ve ertesi gün Mahkemeye çıkarılacağını söyledi.

Ben polise ifade verirken, polis memurunun telefonunun durmadan çaldığını fark ettim, polis de bana ‘serbest bırakmamız için aramaya başladılar’ dedi.

‘Ne yani, birileri aradı diye salacak mısınız’ deyince de ‘Hayır’ cevabını verdi.

Ertesi gün uzaklaştırma kararı almak için Mahkemeye gittiğimizde eski eşimi getirmemişlerdi. Daha sonra polise sordum ve ‘Dava okuduk gönderdik, amir böyle uygun gördü’ dedi…”

Görünen ile arka planda olanların iç yüzü…

Pınar Taş 36 yaşında. Bu yaşına kadar bir günlük dahi sigorta yatırımı yok. Eşi izin vermediği için çalışma hayatı hiç olmamış. 18 yıldır süren şiddet ise boşanmasına rağmen hala devam ediyor.

Uyguladığı şiddet karşısında defalarca hakkında uzaklaştırma kararı aldığı eski eşi ise bu süreçte sadece bir kez geçen hafta tutuklanmış, o da sadece bir günlüğüne.

Yani hiçbir yaptırıma uğramamış, her şeyi bilen partisinden ihraç dahi edilmemiş, amir öyle uygun görmüş, aile büyüğü şöyle buyurmuş, olan Pınar’ın 18 yılına ve her şeye şahitlik eden 4 çocuğuna olmuş.

Ev İçi Şiddet Yasası’nın Meclis raflarında beklediği Kıbrıs’ın kuzeyinde, sadece bir olayda bile; kadın hakları konusunda büyük harflerle konuşan siyasilerin samimiyetini, güvenlik mekanizmasının işletilmediğini, ahbap-çavuş ilişkileriyle istenilen kararların alındığını, kadının ve çocuğun hiçbir güvenliğinin olmadığını, şiddet uygulayanın cezalandırılması şöyle dursun adeta ödüllendirildiğini anlamak mümkün.

Peki Pınar bu 18 yılın hesabını kimden sorabilecek? Öldürülme korkusu olmadan bir hayat yaşayabilecek mi?  Bu şiddet sarmalı son bulabilecek mi? Erkek şiddeti cezalandırılabilecek mi?











Başa dön tuşu