KıbrısManşet

“Gocasını Bişiren Gadın”

Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın yeni oyunu “Gocasını Bişiren Gadın”ı önceki akşam Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde izledim.

ozgur_gazete_kibris_gocasini_pisiren_kadin

Pandemi sürecinde kapanan sahnelerin, yürekte bıraktığı özlemle koşar adımlarla vardık AKM’ye, pandemi tedbirleri alınmış, önceden rezervasyon yaptırdığımız yerlerimize yerleştikten sonra açıldı perde…

İngiliz yazar Debiie Isitt’in, 1993 yılında yayımladığı kitabından (The Woman who Cooked Her Husband) tiyatroya uyarlanan oyunu A. Yasemin Erbulun Türkçe’ye çevirdi.
Oyun, çıkmaza giren ilişkilerin sarmalında dönerken, kadın haklarına da inceden dokunuşlaral, farkındalık yaratıyor. Güldürürken, düşündürüyor.

***

Kenneth (Kenan),19 yıl birlikte yaşadığı eski eşi Hillary (Hilal) ve üç yıldır evli olduğu genç ve güzel eşi Laura (Lale) bir akşam yemeğinde bir araya gelirse ne olur?
Kıskançlık, aldatılmışlık, yeni arayışlar, yaşananlar, geçmiş, neden ve niçinler.
Geçmiş ve an arasında gidip-gelen oyunda, hayatı boyunca Elvis Presley hayranı bir adamın iki kadın arasında yaşadıkları anlatılıyor.

***

Oyunu sahneye uyarlayan ve yöneten Cevahir Caşgir, oyunun tanıtım broşüründe şöyle yazıyor:
“Bir kadın kocasını hangi gerekçeyle pişirebilir? Bir adam buna maruz kalmak için ne kadar ileri gitmiş olabilir? Bir kadın hangi noktada kocasını pişmiş hayal edebilir? Çok canı yanmışsa! Peki kadın ki -gerçekten ağrı eşiği yüksek varlıklardır- ne zaman canı çok yanar? Aldatıldığında mı? Hayır, bu acı o kadar da kaldırılamaz bir durum olmasa gerek. Kadın inancı üzerine inşa ettiği ve emek sarf ettiği koca dünyanın tepe taklak olduğunu gördüğünde esas acıyı hisseder. Ve zaten o andan itibaren de hissizleşir”

***

“Gocamı bişirmeye beni terkettiği gün garar verdim… Beni terk ettiği gün…” diyor oyunda Hilal. Tüm kadınların endişelerini bir çiçekle almaya inanan (inandırılan) Kenan’ı pişirme planları yaparken. Ve ekliyor, “Sonuçta bu benim suçum değil! Bu Kenan’ın suçu!”

***

Dünyada işlenen tüm kadın cinayetlerine, tacizlere, tecavüzlere ve istismarlara bir haykırış aslında yıllardır dile getirdiğimiz. İşte oyunu izlerken de kadınların gelebildikleri, boğuldukları ve çıkmaza sürüklendikleri o baskıcı, eril ve ataerkil yapıyla yüzleştik bir kez daha…
Broşürün sonuna Çilem Doğan’ın savunması da eklenmiş.
Çilem Doğan’ı hatırlarsınız… Adana’da kendisine fuhuş yaptırmak isteyen ve şiddet uygulayan kocasını öldürmüştü.

“Nasıl oldu anlamadım ama sanırım ben yaptım. Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok. Annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş. Bir de ne yalan söyleyeyim hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde. O ölmese ben ölecektim. O size, beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti, başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı. Benim patlıcan fazla pişti diye, perdeler azıcık kirlendi diye, masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti. Kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti. Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var. Biraz yan gülmüşüm. Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti. Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi ‘namusumu temizledim’ diyecekti. Siz onu 3-5 yılla yargılayıp, namusu kirlendi diye mazur görüp, yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama. Oysa namus benimdir Hakim Bey, bir kağıda imza attık diye kimselere bırakmam. Benim utanacak bir şeyim yoktur. O utanmamış yaptıklarından, benim utanacak bir şeyim yoktur. İçimdeki hayatta kalma mutluluğunu atamıyorum Hakim Bey. Ağlayamamam bundandır. Ne yalan söyleyeyim aynı acının çemberinden geçmiş, sağ kalabilmiş kadınlarla aynı koğuşta, bir ömür kazasız belasız da yaşarım ben ama benim bir kızım, bir de memleketin aç kaldığı bir adalet var. Gel sen, ölmedim diye beni cezalandırma, benim bir derdim; kızımın bari mutlu olmasıdır. Yanında ben olayım. Can alan bir katil değil, can derdinde bir kadın de bana. Kurşunla yatıp kurşunla kalkan, yastığın altında silahla yatan adamlar hiç eceliyle ölmüş mü? Hem sevilseydi o da ölmezdi di mi ama? Öldüyse hepsi benim suçum mu?”

***

Ve teşekkür…
Başarılı oyunculuklarıyla Ali Şaşkara’ya, Pınar İnandım’a ve Ruhsan Ankay’a, oyunun yönetmeni Cevahir Caşgir’e, reji asistanı Zehra Evliya Parıldak’a, sahne amiri Nergül Tuncay Fellahoğlu’na, dekor tasarımda Hüseyin Özinal’a, kostüm tasarımda Fatma Bender’e, dekor uygulamada Mehmet Isırgan, Yalçın Arıcı ve Hayali Okuyucu’ya, kostüm uygulamada Gülsen Dünki’ye, ışık tasarımda Mustafa Kral ve Diren Özdoğal’a, müzik uygulamda Fatih Çiçekli’ye, fotoğraflarıyla Ulaş Öğüç’e, broşür tasarımında Ekman Zaifoğlu’na ve emeği geçen herkese kucak dolusu teşekkürlerle…











Başa dön tuşu