Köşe Yazarlarımız

‘Devlet dersinde öldürülmüştür’

Entelektüel… Aydın… Münevver… Ne zaman bu kelimeleri duysam aklıma Ece Ayhan’ın 1973’te yayımladığı Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler kitabı gelir:

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında

Bir teneffüs daha yaşasaydı

Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür

Devlet dersinde öldürülmüştür

***

Ece Ayhan gibi aklıma gelen bir diğer ikinci isim de İtalyan düşünür, siyasetçi ve sosyalist kuramcı, İtalyan Komünist Partisi kurucu üyesi ve bir süre lideri olan Antonio Gramsci olur.

Modern Marksist düşüncenin temellerini oluşturan Gramsci, aydınları, “geleneksel” ve “organik” olarak ikiye ayırmıştı.

***

Geçmişte tahsilli, bilgili kişiye münevver denilirdi.

Daha sonraları aydın sözcüğü “kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli kimse” anlamında kullanılmaya başlandı.

Entelektüel kelimesi dilimize Latinceden girmiş. Anlamak kelimesinin Latince karşılığı, intellectus. Entelektüel de oradan gelmekte…

Bugün ise “entelektüel” dendiğinde ansiklopedik düzeyde anlaşılanlar şunlar:

1- Kapsamlı bilgi ve birikim gerektiren soyut konularla derinlemesine ilgilenen kişi.

2- Mesleği, mal ve hizmet üreten diğer meslek gruplarından farklı olarak, fikir ve bilgi üretmek ve/veya yaymak olan kişi.

3- Kültür ve sanat konularında uzman kabul edilen, bu konulardaki bilgisi birikimi kültürel bir otorite olmasına olanak sağlayan ve toplum karşısında çeşitli konularda değerlendirmeler yapan kişi.

***

”Soyut konular’’ nedir? Düşünmeyi gerektiren ve düşünceyi içeren konular… Türkiye’de her zaman tehlikeli olan konular da diyebiliriz.

12 Eylül Prof. Dr Sadun Aren’in Makro İktisat ders kitabını da toplatmıştı. Sosyal bilimlerin laboratuvarı yoktur ve soyutlama üzerinden yürür. Çok tehlikeli değil mi?

***

Buraya nereden geldim?

Hasan Cemal’in ”12 Eylül Günlükleri”nden oluşan Demokrasi Korkusu başlıklı kitabında, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in 28 Mayıs 1984 tarihinde Manisa’da yaptığı konuşma haberine rastladım:

Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Manisa’da yaptığı konuşmada ‘Kefil olduğum anayasanın orasından burasından delik açtırtmam,’ dedi.

Evren ‘kendilerini aydın zanneden bazı kişiler olduğuna’ işaret ederek şunları söyledi:

‘Biz çok aydınlar gördük. Vatan hainliği yaptılar. Bazı şairler vardı, yurtdışına kaçtılar. O aydın değil miydi? Ne yapayım ben öyle aydını?

Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez ki.

Son padişah Vahdettin de aydındı, ama memleketi düşmanlara teslim etti.

***

Evren’in aydın düşmanlığı yapması ve aydınları düşman ilan etmesi tabii ki bana şaşırtıcı gelmedi.

Aydın düşmanlığı yeni değil, ayrıca 12 Eylül’de de kalmadı. Keşke kalmış olabilseydi…

Nerdeee?

***

Askerî ya da sivil faşizm öncelikle aydın düşmanıdır ve öncelikle aydın düşmanlığı yapar. Gramsci’nin aydınlar üzerine bu kadar yoğun düşünmüş olması elbette ki tesadüf değildi.

Çağının eşsiz beyinli aydınlarından biri olarak Gramsci de faşizmin baş hedefi oldu, yaşamı da faşizmin aydınlara yaptığı zulmün hazin, acılı, iç yakıcı bir örneği hâline geldi.

Gramsci, faşist Mussolini hükümeti tarafından milletvekili dokunulmazlığına rağmen tutuklandı.

20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tek kişilik bir hücreye kondu.

1934’te sağlığı çok kötüleşince şartlı olarak serbest bırakıldı. Kısa bir süre sonra da 46 yaşında Roma’da öldü.

***

Evren, 1983 seçimleri yapılmış ve sivil bir hükümet seçilmiş olmasına rağmen neden aydınları hedef almayı sürdürdü?

Çünkü, 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından yaşanan anti-demokratik süreci protesto eden aydınlar, 15 Mayıs 1984 tarihinde “Aydınlar Dilekçesi” olarak bilinen bir deklarasyon yayınladılar.

“Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler” başlıklı bu dilekçe, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığına ibraz edildi.

Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne giden temsilî heyette Aziz Nesin, Prof. Dr. Bahri Savcı, Prof. Dr. Fehmi Yavuz, Prof. Dr. Hüsnü Göksel, Bilgesu Erenus, Esin Afşar gibi isimler yer aldı. Metinde sinema sanatçılarından gazetecilere, doktorlardan yazarlara 1260 ismin imzası bulunuyordu.

Öğleden sonra bildiriye yasak geldi.

***

Yalçın Doğan geçenlerde çıkan Sussam Susulmaz, Yazmasam Olmaz adlı kitabında dilekçe yasağının devamını şöyle anlatır:

Üç gün sonra, 18 Mayıs günü çok garip bir olay yaşandı. Tam kara mizah. Bildiri yasak ama, Başbakan Özal yabancı bir gazeteciyle sohbet ederken, yabancı gazetecinin ‘Aydınlar Dilekçesi’ ile ilgili sorusu üzerine bildiriden bazı bölümler okudu.

Şimdi dikkat!..

Sohbetin o bölümüne Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı derhal yayın yasağı koydu, yani Başbakan’ı sansür etti.

***

6 Kasım 1983 seçimlerinden sonraki Türkiye’de 12 Eylül faşizminin devamı olan çok çarpıcı başka örnekler de göreceğiz.

Türkiye’de aydın olmak, Tantalos işkencesine uğramış bir talihsizliğe baştan mahkûm olmak demektir.

Bilindiği gibi tanrılar, Tantalos’u bir göle hapseder. Ancak ne zaman Tantolos susayıp bir yudum su içmeye kalkışsa göl aniden çekilip bataklığa dönüşür ve sadece üzerine bastığı zemin kalır.

Türkiye’de de aydınlar için hep özgürlükler sular gibi çekilir ve sadece üzerine bastıkları zemin kalır… Bugün artık o zeminin kaldığı bile şüpheli.











Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu