Köşe Yazarlarımız

MERHABA…

Merhaba Özgür Gazete okuyucuları.

Bu haftadan itibaren her Cuma sizlerle bu köşede birlikte olacağız.

Ben ne bir gazeteciyim ne de bir köşe yazarı ama bir yurtsever olarak yurdumuza dair fikirlerim var.

Bu köşede yazmamın tek nedeni bu fikirleri sizlerle paylaşıp daha onurlu, daha özgür, daha bağımsız, daha demokratik, daha adil ve refah seviyesi daha yüksek bir yaşam mücadelesi veren yürekli insanlara kendimce katkı koymaya çalışmak.

Bunu yaparken de tarafımı da belli etmek açıkçası.

Daha önce bir süre Afrika Gazetesi’nde de yazdım. Benim için bir onurdu. İşlerimin yoğunluğundan sürdüremedim. Mesleği gazetecilik olmayan birisi için zorlandım da.

Yoğunluğum devam ediyor ancak Kıbrıslı Türkler’in onurlu mücadelesine korkusuzca, tam zamanında ve tüm riskleri de göze alarak katılan ve çok kısa bir dönemde en ön saflarda yerini alan Özgür Gazete’ye omuz vermemek olmazdı.

Yeni bir heyecan ve onur yaşıyorum.

İradesi ve bağımsızlığı tehdit altında olan bir toplumun direniş mücadelesinde en etkin rolün, sayıları çok az da kalsa, özgür medyaya düştüğüne inanıyorum.

Bilgi kirliliğinin ve talimatla yazdırılan yazıların etkisi ile dönüştürülmeye, sindirilmeye, asimile edilmeye çalışılan bir toplumun özgün ve özgür sesi ve nefesi olabilmenin tarihi bir görev, reddedilemez bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.

Fikirlerimi bugüne kadar tüm samimiyetimle, hiçbir çıkar beklemeden her platformda söyledim, yazdım. Tabii ki bazen hatalar da yaptım, yanlış tespitler de.

Ancak hep dürüst oldum. Bu köşede de öyle olacağımdan kimsenin kuşkusu olmasın.

Bu köşeye Feriha Altıok’un bir şiirinin adını verdim; “Hele Bir Düşün”

Nedeni ise şairin ağzından şöyle: “Neden Hele Bir Düşün? Şiirden söz ediyorsak tek anlamlılıkta dönüp duramayız. Elbette ki çoğunlukla şiirin çıkış noktası şairin kendi öznelliği olsa da hareket alanı yaşamın bütünüdür.

Şair uygar!!! dünyamızı belki önce kendisi için, sonra tüm ezilen kadınlar için, sömürülen işçiler, emekçiler için ve yok olmaya yüz tutmuş özgürlükler için düşünmeye davet ediyor.

Çünkü uygarlığı ile övünen, kendi sınırlarına sığmayan, yeni dünyalar arayan insanlık!!! altta kalanın boynu kopsundan başka bir şans! tanımıyor çoğunluğa…

İşte tam da bu yüzden, sanal uygarlığı, bakışlarını kendi şımarıklığı üzerinden çekip ezdiği, sömürdüğü, köleleştirmek istediği gerçek dünyanın üzerine çevirmeye ve o acı hayatlarda kendi payını görerek biraz düşünmeye ve çok utanmaya davet ediyor şiir, şair.”

Ben de ülkemiz, toplumumuz adına hep düşündüm ve her an çoğumuzun yaptığı gibi düşünmeye de devam ediyorum.

Düşünüyorum ve sorguluyorum.

Özeleştirimizi yapıyorum, hatta bazı olaylar aklıma geldikçe aramızda utanması gerekenler olduğuna kanaat getiriyorum.

Neden bu durumdayız?
Neden ileriye gitmek bir yana her geçen gün elimizde olanı da kaybediyoruz?
Geriliyoruz. Hem de her anlamda.

İrademiz, özgürlüklerimiz, demokrasimiz, inaçlarımız, inançsızlığımız hatta yargı bağımsızlığımız erozyona uğruyor her geçen gün.

Kurumlarımız elimizden alınıyor, kazanılmış haklara saldırılıyor, özellikle de muhalefetin pasif kaldığı zamanlarda varoluş mücadelesinin neferleri sendikalar etkisizleştirilmeye, ötekileştirilmeye, ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. “İlhak” kelimesi çok uzun yıllar varoluş mücadelesi vermiş toplumumuzun günlük hayatının parçası haline getiriliyor.

Denizaşırı ayarlara maruz kalıyoruz. İnciniyoruz, bileniyoruz. Ve düşünüyoruz.

Neden biz artık biz değilmişiz gibi hissediyoruz?
Neden üretimden koptuk?
Neden bağımlı hale getirildik ve muhtaç bırakıldık?
Veya en azından öyleşmişiz gibi bir algı yaratılmasına seyirci kaldık? Kalmaya da devam ediyoruz.

Gelin birbirimize karşı samimi olalım. Kıbrıs artık bizler için eski Kıbrıs değil! Hapimizin de payı var bunda.

Bu köşede toplumsal olarak birlikte düşünmeye çalışıp, farklı bakış açılarını da değerlendirmeye çalışacağız. Biz diyorum çünkü başkalarının açısından da bakmaya çalışacağım olaylara.

Empati yapabilmek eleştirmek kadar önemli. Mevcut durumu değiştirmese de geleceğe ışık tutar.

Nerede ne hatalar yaptığımızı ve hatalarımızdan ne tür dersler çıkarabileceğimizi ve bu hatalardan nasıl dönüp güzel bir geleceği birlikte inşa edebileceğimizi tartışacağız bu köşede.

Samimi olacağız. Kısa vadeli kişisel ve zümresel çıkarlarımız uğruna uzun vadeli toplumsal faydalarımızdan nasıl feragat ettiğimizi yazacağız.

Bazılarımızın biat ederek aslında sadece kendi haysiyetlerinden değil gelecek nesillerimizin varlığından da ödün verdiklerini örnekleyeceğiz.

Yaşam standardı olarak aramızda artık dikenli tellerin bile kalmadığı Güney Kıbrıs’tan her anlamda uzaklaştığımız gerçeğinin nedeninin sadece “beceriksiz yöneticilerimiz” olmadığını, onların ve partilerinin neden tekrar ve tekrar seçiliyor olduklarındaki toplumsal sorumluluğumuzu hiç utanmadan dile getireceğiz. Hiç beğenmeyecek olsak da gerçeğimizle yüzleşeceğiz.

Değerlendirmelerimizi belirli konular seçerek yapacağız.

Bazen çok da teknik olabileceğiz. Ama büyük resmi de hep gözlerimizin önünde tutacağız. Ve tam da bu noktada tabii ki tüm bunların temel nedeni olarak gördüğüm Türkiye Cumhuriyeti ile olan çarpık, omurgasız ilişki biçimini neden-sonuç analizi yaparak irdelemeye çalışacağız.

Olması gereken ilişki biçiminin altını çizeceğiz. Olmazsa olmazlarımıza vurgu yapacağız. Saygı talep ettiğimizi ve bu saygıyı nasıl elde edebileceğimiz sorusuna cevap arayacağız.

Tüm bunları özellikle de son Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve Cenevre görüşmelerinde yaşananlardan sonra toplumsal varlığımızı koruyabilmek adına çok daha zor bir sürece girdiğimizin bilinci ile ve her şeye rağmen gazetemizin adında da dediği gibi özgürce yapacağız.

Cuma günleri görüşmek üzere… Yeniden merhaba…











Başa dön tuşu