Köşe Yazarlarımız

Bir damla kan

TCK’nın 141. ve 142. maddeleri, özellikle 142. maddenin “propaganda suçu”na ilişkin içeriği “düşünce suçu” bağlamında tehdit oluşturur

Hep söylüyorum, insan herhangi bir konuda tarihsel bir araştırma yaparken, bazen bir damla kandan bütün bir metabolizmanın resmini görmüş gibi oluyor…

***
19. yüzyılda kapitalist ekonomik ve toplumsal sisteminin derinleşmesi, genişlemesi ve yoğunlaşmasıyla beraber işçi sınıfı da gelişir, proletarya burjuvazinin muadili çok önemli sosyal bir güç hâline gelir.
Karl Marx ve Friedrich Engels kapitalist toplumun içinde meydana gelen ve gelişen işçi sınıfının kapitalist üretim ilişkilerinden ötürü emeğine el konduğunu saptar.
Kapitalizmin meydana getirdiği bu toplumsal sınıf ayrımını ve emek sömürüsünü ortadan kaldırmak için 1848 yılında Komünist Manifestosunu yazarlar.
İşçi sınıfının örgütlenerek üretim araçlarına el koymasını ve toplumda sınıflı yapıyı kendi lehlerine ortadan kaldırmasını önerirler.

***
Ardından…
Avrupa’da işçi sınıfı ayaklanmaları ve Paris Komünü gelir…
Artık Avrupa, burjuva ve proleterya sınıfının çatışma alanı olmuştur.
Demokrasi bu zıtlaşmaların getirilerinden gelişir ve sağlamlaşır.
1917 yılında da Sovyet Devrimi gerçekleşir.

***
Türkiye ise Avrupa’da ve dünyadaki bu sosyal değişimi kendi lehine çevirmekten çok uzaktır.
Yasakçılığı seçerek, toplumsal devinimin önüne barikat kurma peşine düşer.
Hem de daha Cumhuriyet kurulmadan önce…
Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kongresi sonrası Türkiye’ye hareket eden TKP kadrolarının Anadolu’ya geçtiklerinde Kurtuluş Savaşı’nı yürüten kadronun çabasıyla öldürülmeleri zaten zihniyetin nasıl gelişeceğini ortaya koyan önemli bir göstergedir.
Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının Karadeniz’de boğularak öldürülmeleri, Sovyetler Birliği ile ilişkili bir komünist örgütlenmenin doğrudan ciddi bir tehdit olarak algılandığının, hem de Kurtuluş Savaşı kadrolarının böyle bir örgütlenmeye hoşgörü göstermeyeceğinin vahşi bir ispatıdır.

***
1936 yılına gelindiğinde de Faşist Italyan Ceza Kanunu’ndan alınan 141. ve 142’inci maddeler, Türk Ceza Kanunu’na konur… 141 ve 142. maddeler, sosyal bir sınıfın diğerleri üzerinde egemenliğini şiddet kullanarak kurmak, sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak ya da ülke içinde kurulmuş ekonomik ve sosyal düzeni şiddet kullanarak devirmek, yahut ülkenin siyasal ve hukuksal düzenini yıkmak için propaganda yapanların ve dernek kuranların cezalandırılmasını öngörmektedir.
Kısacası sınıf siyasetini esas alan örgütlenme ve düşünce Türkiye’de yasak hâline gelmiştir.
Gelişmiş dünyada işçi sınıfını komünist partiler temsil ederken, bu maddeler yüzünden Türkiye sadece demokratik toplumlardan değil, sağlıklı bir sosyal gelişmeden de kopmuştur.

***
1936 tarihli İş Kanunu ile çalışma hayatı düzenlenirken grevin yasaklanması, sendikal örgütlenmeye kanunda yer verilmemesi ve toplu iş uyuşmazlıklarının çözümünün zorunlu tahkim sistemiyle devlete ihale edilmesi bu zihniyetin ürünüdür.
Emeğiyle çalışanların elini ayağını bükme girişimidir.

***
1938 yılında ise 141 ve 142. maddelerinde yapılan bir değişiklikle “şiddet” unsuru suçun teşekkülü açısından şart olmaktan çıkarılır.
Bu değişiklik, düşünce açıklanmasının suç sayılmasının ve işçi sınıfı ideolojisinden yana olan herkesin doğrudan şiddet yanlısı muamelesi görmesinin önünü açar.
1951 yılında ise DP Milletvekili Şevket Mocan’ın öncülüğünde bir grup milletvekili 141. ve 142.madelerin daha da ağırlaştırılması için harekete geçer.
Maddeler daha da ağırlaştırılır.

***
Sol siyasetin etkisinin daha güçlü hissedildiği 1960’lı ve 1970’li yıllar boyunca sürekli “komünizm tehdidi” söylemi kullanılılır.
Örneğin, daha önce yazdığım gibi Çetin Altan’ın milletvekilliği dokunulmazlığı 1968 yılında ‘’komünizm propagandası’’ yapmak iddiasıyla kaldırılır.

***

TCK’nın 141 ve 142. maddeleri, özellikle 142. maddenin “propaganda suçu”na ilişkin içeriği dolayısıyla “düşünce suçu” bağlamında sürekli bir tehdit oluşturur…

***
Öyle ki, 12 Mart döneminde 71 bin kişi, Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılanır.
141 ve 142. maddelerin muhalif siyasi örgütler ve kişiler üzerinde ne kadar ağır bir baskı aracı haline gelebildiği, 12 Mart askeri muhtırasından sonraki dönemde kurulan Askeri Sıkıyönetim Mahkemeleri’nin verdikleri kararlarla görülür.
12 Mart dönemindeki mahkeme kararlarıyla, 141 ve 142. maddeler, o yıllarda son derece canlı olan sol hareketlerin ve yayıncılık faaliyetlerinin bastırılmasında başlıca araca dönüşür.

***
1980’lerin sonlarında komünizm tehlikesi geçmiş, Berlin Duvarı çökmüş, Sovyetler dağılmıştır.
Ama yerine bir başka korku, 1980’lerin sonunda PKK ile birlikte “bölücülük” tehlikesi peydahlanmıştır.
Bu topraklarda yasakçılık esas, özgürlük hep talidir.
141 ve 142’nin kaldırıldığı gün, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kabul edilir.
Söz konusu kanun, terör örgütüne üyeliği cezalandırır. TMK’nın çok tartışılan 8. maddesi ise terör örgütü propagandası yapanların cezalandırılmasını öngörür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine en çok kestiği ceza, düşünce özgürlüğü ihlalleriyle ilgilidir ve TMK 8. maddesinin uygulanmasından kaynaklanır.

***
Basın Tarihi tarikiyle 141 ve 142. maddelerin peşine düşmek, bu toplumdan alınan bir damla kanla metabolizmasının görülmesini sağlıyor.
Metabolizmanın tanımı ise tek kelime: Korku…











Başa dön tuşu