Köşe Yazarlarımız

Demokrasi, Boykot ve Seçimler

Son seçim süreci boyunca, özellikle ilerici kesimlerde gözlemlediğim yanlış bir düşünceyi tartışmak istiyorum. Yaygın yanlış kanının aksine; demokrasi ve hükümetin meşruiyeti, “vatandaşların sandığa gitmesine” dayanmaz. Yani demokrasi, vatandaşların sandığa giderek hükümeti seçmesi ve hükümetin de meşruluğunu vatandaşların katılımından almasına dayalı bir sistem değildir! Hükümetin meşruluğunu vatandaşlardan alması gerektiğini düşünebiliriz ama bizim böyle düşünmemiz ve hatta hükümetin kendisinin böyle iddia etmesi, gerçeğin de bu yönde olduğu anlamına gelmiyor! Bunu daha iyi anlamak için adına demokrasi denilen yönetim biçiminin tarihsel süreç içerisindeki gelişimine bakmamız gerekiyor!

İlk Parlamentolar ve Bütçe

Tarihte parlamentonun oluşumu, İngiltere örneği izlenerek takip edilebilir. İlk parlamentolar Kral’ın vergi toplamasına izin vermek üzere oluşturulmuştu. Bu izni verecek olanlar da, elinde parayı tutanlar yani yeni gelişmekte olan sermaye sınıfı idi. 1400’lü yıllardan itibaren oluşan ilk parlamentoların yasa yapma yetkisi yoktu, hükümet de oluşturamıyorlardı. Yasa yapmak da, ülkeyi idare etmek de Kral’ın yetkisindeydi. Parlamento sadece toplanacak olan verginin miktarı konusunda yetkiliydi. Buradan da anlaşılabileceği gibi, amaç demokrasi veya temsiliyet değil; vergi toplayan Kral’a karşı, vergi veren sermayenin korunması idi.

İngiltere’de Kral ile parlamento arasında süren ve Kral’ın idamı ile sonuçlanan mücadeleler sonucunda 1689 tarihinde ilk bütçe uygulaması hayata geçti. Yani parlamento artık sadece toplanacak olan vergiyi onaylamıyor, bu vergilerin nerede ve nasıl harcanacağına ilişkin ayrıntılı bir bilançoyu yıllık olarak onaylıyordu!

Kral’ın elinde bulunan yasama ve yürütme yetkilerinin yavaş yavaş parlamentoya geçmesi ve parlamentoda temsiliyet hakkı bulunmayan işçi sınıfı ile kadınların önce seçme sonra seçilme hakkı kazanması da benzer bir mücadele sürecinin ürünüdür.

Demokrasi

Demokrasi denilen sistem zaman içerisinde, büyük mücadeleler içerisinde gelişmiştir. İdeal bir biçimin topluma uygulanması sonucu ortaya çıkmamış, her ülkede ve her tarihsel dilimde farklılıklar arz etmiştir. Tarihte toplumun ayrıcalıklı sınıfları; yasama, yürütme ve bütçe ile kararları toplumun diğer kesimleri ile paylaşmakta hiçbir zaman istekli olmadılar. Halkın işlerine karışmaması, her zaman birinci tercihleri oldu. Toplumu yönetme erki için soylular ve sermayedarlar arasında süren mücadele, önce vergi toplama yetkisini denetleyen parlamentoların oluşması ile sonuçlandı. Ardından bu parlamentolar yasa yapma yetkisini ve hükümeti kurma iradesini parça parça Kral’ın elinden aldılar. Bu süreçte toplumun alt tabakalarını oluşturan emekçiler ve kadınlar da, oy hakkı ve oluşmakta olan parlamentolarda temsil edilmek için onlarca yıl süren mücadeleler verdiler.

1700’lü yıllarda kendine ait bir mülkü olmayan erkekler oy kullanamıyordu. Evrensel oy hakkı mücadelesi 1800’lere, kadınların oy hakkı kazanması mücadelesi ise 1900’lere damgasını vurmuştur. Kısacası alt tabakaların ülke yönetiminde söz sahibi olmaması, yönetenlerin sorun olarak gördükleri bir konu değil tam aksine memnun olacakları bir şeydir.

Bu durum hala da böyledir. Çeşitli vesilelerle halkın oy kullanmaması için pratik engeller yaratmak, oy hakkı olan bireylerin temsiliyet mekanizmalarında yer alamaması için akla gelebilecek her engeli çıkarmak modern demokrasilerin temel bir parçasıdır. Örneğin ABD’de seçimlerde oy kullanabilmek için maliyeti yaklaşık 60 dolar olan seçmen kimlik kartları alınmak zorunludur. Ve bu kimlik kartlarını alacak parası olmadığı için oy kullanamayan milyonlarca insan mevcuttur. Bu uygulamanın değişmesi için on yıllardır yürütülen kampanyalar da vardır ama seçmen kimlik kartı alamadığı için oy kullanamayan milyonlarca yoksul insan, ABD’nin elitleri için bir sorun teşkil etmemekte, meşruluk krizi de yaratmamaktadır.

Kısacası, bir ülkede halkın seçimlerde oy kullanmasının o ülkeyi yönetenler tarafından arzu edilir bir şey olduğu, oy kullanılmayıp seçim süreçlerinden uzak durulmasının da egemenler açısından bir sıkıntı teşkil ettiği miti, temelsiz bir yanılsamadır.

Tam aksine burjuva demokrasisi ile yönetilen bütün ülkelerde; egemenler halkın seçme ve seçilme süreçlerinden uzak durmasını tercih ederler. Bunu garanti altına almak için de yasal, pratik ve ideolojik her yöntemi uygularlar! Engellerden arındırılmış bir evrensel seçme hakkı ve en geniş kesimlerin yönetimde rol alması mücadelesi de ilericilerin, demokratların, devrimcilerin ajandasında birinci sıradadır.

Boykot

Yukarıdaki özet tarihsel yaklaşımdan da anlaşılabileceği gibi, seçimleri boykot etme stratejisi, egemenlere rahatsızlık verecek bir şey değildir. Tam aksine egemenlerin arayıp da bulamadığı rahatlığı onlara sağlayan bir yanılsamadır.

2022 Erken Genel Seçimleri’nde 203,792 seçmenden sadece 117,005 tanesi oy kullandı. Bu rakamlara bakıldığında UBP’nin aldığı oy, tüm seçmenin sadece %20’sine denk gelmektedir. Bu ne UBP için, ne de rejim partilerini idare etmekte olan sermayedarlar için bir sorun değildir. Evet toplumun %20’si, toplumun geri kalanının kaderi hakkında karar verdi. Ama bunun “az olduğu” düşüncesinin temeli yoktur. Sermayeye ve toplumun elitlerine kalsa bu oran fazladır bile!

Bu oranın “düşük” olduğunu ve bir meşruiyet sorunu yarattığını düşünenler, yanılıyorlar. Dünyadaki başka ülkelere kıyasla bu oran hiç de düşük bir oran değildir, üstelik sermaye düzeninde hükümetler meşruluklarını seçimlere katılım oranından sağlamazlar! Ellerinin altında milliyetçilik, din, eltist uzmanlık gibi meşruluk sağlayıcı onlarca araç vardır. Bu yüzden seçimlere katılımın hükümetin meşruluğunu oluşturmakta temel bir kriter olduğunu düşünenler, kendi kafalarında kurdukları hayali bir demokrasi ütopyasına yaslanıyorlar. Halkın cahil, beceriksiz, geri, yoz, bilgisiz olduğunu, ülkeyi uzmanların yönetmesi gerektiğini, ülkeyi din insanlarının yönetmesi gerektiğini, spora, eğitime, sanata, sağlığa vb siyaset bulaştırılmaması gerektiğini vb savunan egemenlerin, “halkın oy kullanması” gibi bir derdi olamaz!

Halkın seçme ve seçilme hakkı egemenlerin asla dert etmedikleri bir şeydir. Kendiliklerinden ve gönüllü olarak bu hakları halka vermezler, mecbur kaldıkları zamanlarda da bu hakların kullanılmasının önünde her türlü engeli çıkarırlar. Seçme seçilme hakkı, egemenlerin bizim için istediği bir şey değil, bizim egemenlere karşı mücadele ederek kazanıp koruyabileceğimiz bir şeydir. Tarihte de böyledir, dünyada da böyledir, ülkemizde de böyledir.

Oy kullanıp kullanmamak elbette her kişinin kendine kalmıştır, ama herhangi bir rejim partisinin sizin oy kullanmamanızdan rahatsız olduğunu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Rejim partileri siz olmadan ülkeyi yönetmeyi tercih ederler ve oy kullanmamanızdan da sadece memnun olurlar!











Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu