Gençler YazıyorKıbrısKöşe YazarlarımızManşet

Melis Güvenir: Adını koyalım

Son yıllarda toplumsal olarak çok daha derinden hissetmeye başladığımız kültür emperyalizmi politikalarının biri bitmeden ötekisi tartışılıyor ve halkın taleplerine bakmaksızın hızlıca karar mekanizmaları tarafından onaylanıyor.

Toplumun bir kısmı öğrenilmiş çaresizlik ve çokça umursamazlık içinde bu hızlı değişimi izlemekle kalırken hatırı sayılır bir çok insansa bu değişim karşısında bir karardan öbür karara koşarak var olan haklarımızı korumaya çalışıyor.

Eğer bu yazıyı okuyor ve ikinci kısımdansanız sizi ve çabalarınızı şükranla takip ediyorum. Bu yazımda izninizle ilk kısımda bulunan değerli yurttaşlarıma bir genç olarak seslenmek istiyorum.

İstiyorum çünkü içinde bulunduğumuz ve eğitim sistemimizden, manevi yaşam tarzımıza kadar elini uzatmış olan, kökten bir kültürel erozyonu amaçlayan bu politikalar silsilesi görmezden gelinebilecek ya da umursanamayacak yani ‘normal’ bir durum değil. Kültürel sömürgeciliğin yarattığı değişimi hiç olmadığı kadar net bir şekilde görmeye başladık.

Toplumumuzun başlıca değerlerinden olan sendikalarımızın önemi hiç olmadığı kadar yüksek. Bu yüzdendir ki bu kolektif hak arama aracını diğer pek çok kurumumuz gibi bazı kesimler önce rencide ederek yıpratmaya sonra da maharetsiz olduklarına inandırarak halkın sırt çevirmesine uğraşıyorlar.

Ne de olsa vakti zamanında onca değerimizi iyileştirmek için uğraşmak yerine bir çırpıda sırt dönen biz değil miydik? KTHY tanıdık geldi mi? Peki ya PEYAK? Ve dahası…

Kıb-tek hiçbir şeye yaramaz, elleriynan batırdılar artık özelleşsin da gurtulalım

Şimdi ise Kıb-tek.

Ama“lar bulup bu vazgeçişin sebebini normalleştirmeye çalışıp kendinizi kandırmaya çalışmayın sakın.

Yıllarca usanmadan, bıkmadan, kararlılıkla ve saygıya değer dik bir duruşla Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu Çalışanları Sendikası’nın (EL-SEN) toplumu nasıl uyandırmaya, sahip olduğumuz kurumu nasıl korumaya çalıştığına ufak bir internet taraması ile şahit olabilirsiniz. Haykırışları karşısında göz yaşı dökmemek imkansız.

Demem o ki; öncesinde sadece fikirlerimizde, belli belirsiz yer alan sıfatlar artık yerini doğrudan tepeden gelen emirlere, arkası kesilmeyen somut politikalara bıraktı.

Örneğin; “Kıbrıslılar çok tembel“, “Kıbrıslılar keyfine çok düşkün“, “Şivemiz profesyonel duyulmaz” gibi doğruluk payı olmayan genel kabullerden “Eğitim tam gün olsun!“, “Türkiye’den 100 öğretmen gelsin!“, “Mağusa’ya İmam Hatip Lisesi açılsın“lara evrildi.

Bu evrilişin herkes farkında. Karşılığında cebini dolduran, yaralanmış özgüvenini, yılların kinini doldurmuş öfkesini yıkıcı tarafta ‘mevki’ sahibi olarak örtmeye çabalayanlar mutlulukla izlerken, yarınına gün geçtikçe daha da karamsarlıkla bakan gençler, çocuklarının ya da torunlarının geleceğinden endişe duyan aileler, borç batağından çıkmakla uğraşan yeni evliler, küçük işletmesinin yarınından endişe duyan vatandaşlarımız ise korkuyla ve kaygıyla izliyor bu evrilişi.

Yukarıdaki sebepler doğrultusunda da anlaşılırdır ki talimatlar arttıkça korku ve endişeye bağlı olarak kutuplaşma ve nefret söylemleri de gün geçtikçe artıyor.

Bu tutumum ve beklentim bir taraftan fazla iyimser olarak algılanabilir ancak, sömürgeleşme yolunda Aziz Nesin’in de dediği gibi “Aç bırak itaat etsin, cahil bırak biat etsin” mantığıyla hareket eden orantısız gücün karşısında demokratik hakkımız olan örgütleşme tek opsiyonumuz.

Tek opsiyon çünkü eğitim sistemine dahi kökten sızmış olan bu fırtınaya karşı durabilecek, kamuoyunu bireysel ve kolektif hakları konusunda bilgilendirebilecek, protestoların anlamını ve etkisini artıracak yegane şey güçlü ve çeşitlilik barındıran örgütlenmelerdir.

Çok değil yarın, tarihin ve coğrafyanın eleğinden geçerek bugünlere gelmiş değerlerimizden ve haklarımızdan bir ve birkaçını kaybetmemek uğruna yine birlikte savunacağız.

Diğer bir taraftan ise bu görüşlerim radikal ya da bakış açısına ve kişinin ait olduğu alt topluluğa göre ırkçı bile algılanıyor olabilir. Bu da anlaşılırdır, gerek tarihsel gerekse de etnik akrabalıktan kaynaklı olarak kardeş görülen Türk halkı ve bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti ve şu anki mevcut iktidarı ile bir bütün olarak görülebiliyor. Bu ayrımın sağlıklı bir şekilde yapılamaması durumunda ya birey bu kültürel erozyon sürecinde boyun eğip pasifleşiyor ya da karşıt görüştekilere yoğun bir düşmanlık hissederek toplum bir “taraflılığa” sürükleniyor.

Emperyalizmin ırk temelli doğal bir olgu olmayıp suni bir devlet politikası olduğunu artık kabul etmeliyiz.

Bu yüzden de kendimizi suçlu olarak görmeyip haklarımızı savunmak, geçici siyasi gücünü kullanarak kendi halkına hakaret eden hiçbir siyasiye boyun eğmemek ve saygıyla karşı durup engellemek bizim vatandaşlık görevimiz olduğunu yeniden hatırlamalıyız. Demokrasinin gereği budur. Devlet bizim için vardır.

Öte yandan sonradan Kıbrıs’ı kendine yurt bilmiş, kavurucu sıcağı hep birlikte yemeden, çukurlu yolların, elektriğin kesildiği günlerin söylene söylene goygoyunu yapmadan duramayacak yurttaşlarımızın, emperyalizmin bir aracı haline getirilen binlerce masum vatandaşımızın çektikleri zorlukları yaş aldıkça, okudukça ve dinledikçe daha çok anlıyorum.

Çok uzun yıllardır yaşadığımız kimlik krizinden siz de payınızı aldınız. Nereye ait olduğumuzu, ne olduğumuzu kavramamıza fırsat vermeyerek nemalanmaya çalışan ve emellerine alet etmeye çalışan kişilerce gün geçtikçe daha çok ayrıştırılıyoruz.

İster Kıbrıslı, ister Kıbrıslı Türk, ister Kıbrıs Türkü, ister Türkçe konuşan Kıbrıslı, ister Türk olmayı seç. Hepimiz Kıbrıs yurttaşıyız. Yurdumuzun geleceğine, sahip olduğumuz hakları sürdürmeye, ve yaşadığımız zorluk ve kaygıları birbirimizle konuşarak, empati kurarak daha kapsayıcı ve çağdaş politikalara öncülük etmeye -kaygılarımızı ve yargılarımızı kırarak aktivizm ve örgütlenmeyle- katkı koymak hepimizin görevi.

Umarım ki; bu yazım okuyuculardan bir kişiyi olsun, bugünlük bir saatlik değerli zamanını inzivaya çekilerek kahvesini yudumlarken Kıbrıs’ta yaşamanın tamamen farklı bir perspektifle fikirlerinin nasıl ve neden o şekilde temellenebileceğini aklı ve kalbiyle düşünmeye, o perspektifin doğrularını ve yanlışlarını süzgecinden geçirerek daha kapsayıcı olmak için bireysel olarak ne yapılabileceğini düşünmeye motive eder.

Bu ülke hepimizin.











Başa dön tuşu